19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti, giderek hızlanan çöküşe bir çare olarak siyasi, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda ıslahat yapma gereği duydu. Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla ilan edilen bu yenileşme hareketleri tabii olarak Osmanlı’nın zihnî ve mânevi dünyasını teşkil eden ilmiyye ve sufiyye arasında da karşılık buldu. Yüzyıllardır kendi geleneği içinde ihyâyı esas alan bu kurumlar batıdan gelen hızlı modernleşme akımlarına karşı önce savunmacı daha sonra hızlı bir şekil ...